Dokuz yaşındaki oğlum geçen gün okuldan eve çok öfkeli geldi. Sebebini sorduğumda “Her öğlen okulda futbol maçı yapıyoruz. Benim oynadığım takımdaki çocuklardan biri, sadece kendisi oynamak istiyor ve ben dâhil kimseye pas atmıyor. Hâlbuki bir pas atsa içimdeki potansiyel ortaya çıkacak. Ama pas atmadığı için potansiyelim ortaya çıkmıyor ve ben de artık futbol oynamak istemiyorum.” dedi.
O anda, bir anne olarak “Canım oğlum, çok üzüldüm” veya “Sen de git başkalarıyla başka oyunlar oyna” hatta “Sen de ona pas atma” demiş olabileceğimi düşünenleriniz olabilir. Onu iyice dinledikten ve anlatacaklarının bittiğinden emin olduktan sonra aramızda geçen diyaloğu aynen aktarıyorum.
“- Futbol oynamaktan gerçekten hoşlanıyor musun?”
“- Evet, hem de çok.”
“- Çok sevdiğin bu sporda, potansiyelini ortaya çıkarmak için ne yapabilirsin, biraz düşün istersen.”
Gerçekten de biraz düşündü.
“- O çocuk olduğu sürece oynayamayacağım ve potansiyelim ortaya çıkmayacak.”
“- O çocuk var ve sen de futbol oynamak istiyorsun çünkü futbolu çok seviyorsun, bunun için şuan yaptığından farklı ne yapabilirsin?”
Bu kez hiç düşünmeden hemen cevap verdi:
“- Onun olmadığı takımda oynayabilirim.”
“- Nasıl?”
“- Diğer takımda oynayabilirim. O takım bize yeniliyor ama olsun, en azından bana pas atarlar. Gol bile atabilirim” dedi.
Doğru veya yanlış demeden onu kendi seçimi ile baş başa bıraktım ve ertesi gün aldığı kararın sonuçlarını dinlemek için beklemeye başladım. Ertesi gün eve geldiğinde yüzündeki ve sesindeki heyecanı tahmin bile edemezsiniz.
“- Anneciğim, bugün diğer takımda oynadım ve eski takımımı benim attığım gollerle yendik. Potansiyelim ortaya çıktı.”
“- Öyle görünüyor.”
Bunu sizlerle niye paylaştığıma gelince… Oğlum bu seçimi yaptığında tamamen bilinçsiz bir şekilde, aslında kendi etki alanı içinde kalan duruma yönelmiş oldu. Bu ne demek? Eğer ki etki alanı dışına çıkıp, ona pas atmayan çocuğu ve ona neden pas atmadığını odağına alsaydı; çok sevdiği futbolu oynamaktan vazgeçecek, diğer çocuklar oynarken o uzaktan bakıp kendini kötü hissedecek ve hatta için için o diğer çocuğa karşı kötü duygular besleyecekti. Belki bir süre sonra iyi oynayamadığı için kendisine pas verilmediğini düşünecek ve bu durum ister istemez özgüvenini zedeleyecekti. Hâlbuki oğlum iyi futbol oynuyordu ve futbol oynamayı bırakırsa kendisine haksızlık yapmış olacaktı.
Etki alanı içinde kalan konulara odaklanıldığında, bunun özgüvene pozitif katkısını gördüğüm başka bir olay da, benden koçluk alan biri ile yaşadığım bir deneyimimdi. Koçluk seanslarımızdan birinde, kendi belirlediği gelişim alanları ve bunlara yönelik aksiyonlarını konuşurken aslında pek de kendinden emin bir hali olmadığını farketsem de, koçluk yetkinliğimin gerektirdiği şekilde davranarak, alacağı aksiyonlarla ilgili verdiği taahhütleri kendisinden aldım ve seansı tamamladım. Bir sonraki seansta, geçen seansta verdiği taahhütlerle ilgili neler yaptığını sorduğumda hiç birini yapmadığını söyledi. Nedenlerini konuşmaya başladığımızda ise biraz sıkılarak “ben bunları yapamam ki” dedi. O anda ağzından çıkan “yapamam ki” sözü önündeki en büyük engelin özgüven engeli olabileceği konusunda bana ipucu verdi. Bir koç olarak özgüven engeli ile karşılaştığımızda, kendi koçluk sınırlarımız içinde kalmak koşuluyla, elimizdeki alet çantasından en uygun olanı çıkarıp en etkin nasıl kullanacağımızı bilmek durumundayız. Ben de o an elimi çantama attım ve en uygun aleti bulup çıkardım.
Koçluk sürecinde bir koç olarak kişiyi pozitifte tutmak, kendi etki alanı içinde kalan konuları ve bunlarla ilgili neler yapabileceğini bulmasına koçluk yapmak önemlidir. Ben de konuyu pozitife çevirmek için “yapmaktan keyif aldığın sana kendini iyi hissettiren neler var” dediğimde birden tek tek onları saymaya başladı. Sayarken yüzündeki gerginlik gitti, ses tonu yumuşadı. Önündeki birkaç hafta boyunca, kendi etki alanı içinde kalan konularla ilgili yapmak istediklerini müthiş bir coşkuyla anlattı.
Yapmaktan keyif aldığımız şeyler; potansiyelimizi ortaya koyabildiğimiz, yaparken zorlanmadığımız, konfor alanımız içinde kalan ve bu yüzden de bize kendimizi iyi hissettiren şeylerdir.
Devam ettiğimiz seanslarda, bu kişinin en büyük kazanımı “gelişim alanım” dediği zayıf yönlerinin birçoğunun kendi etki alanı içinde kalan konular olmadığıydı. Bu şu demek; etki alanımız dışında kalan yani ilgi alanımızda yer alan konularla ilgili gösterdiğimiz çabalar istediğimiz sonuçları elde etmede bize fayda değil zarar getirir. En büyük zarar da özgüvenimize verdiği zarardır. Boşuna çaba özgüveni zedeler. Yapabileceğimiz bir sürü iyi şey varken kaybettiğimiz özgüvenimiz onları da yapamaz hale getirir bizi. Oysa özgüven başardım duygusunu besledikçe gelişir. Kişi yapabildiğini gördükçe özgüveni de artar.
“Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” kitabında etki alanı ile ilgili Stephan R. Covey şu açıklamayı yapıyor; “Proaktif insanlar, çabalarına odak noktası olarak etki alanını seçerler. Bir şeyler yapabilecekleri işlerin üzerinde çalışırlar. … İlgimizin hangi dairenin içinde olduğuna karar vermenin bir yolu da olsaydılarla olabilirimleri birbirinden ayırt etmektir. İlgi alanı olsaydılarla doludur. Etki alanı ise olabilirimlerle doludur.” (1)
O çocuk bana top atsaydı gol atabilirdim.
O para bende olsaydı bu evi alabilirdim.
Bir ortağım olsaydı bu kadar çok çalışmak zorunda kalmazdım.
Yabancı dilim olsaydı yurtdışında yaşardım.
Bana fırsat verilmiş olsaydı…
Eşim daha anlayışlı olsaydı…
Bu cümleler böyle uzar gider…
Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş’ın “Yaşam, sürekli olarak eksik yönlerimizi telafi etmek için gösterdiğimiz umutsuz çaba ve çırpınışlardan ibaret olamaz.”(2) görüşü de; tüm çabamızı etki alanımız içinde kalan, değiştirebileceğimiz şeylere odaklamanın bizi bir sonuca ulaştıracağını düşündürtmüyor mu?
Kaynaklar:
(1): Etkili İnsanların yedi Alışkanlığı, Stephan R. Covey, Varlık Yayınları, 2006.
(2): Hayalini Yorganına Göre Uzat, Acar Baltaş, Remzi Kitapevi, 2007.